MİLLİ SANAYİ DOSYASI /// EGE CANSEN : ASRIN YIKIMI BAŞLIYOR

EGE CANSEN : ASRIN YIKIMI BAŞLIYOR

Muhtemelen dünyanın en büyük “gayri iktisadi yatırımları” sıralamasında birinci olacak yeni “İstanbul Havalimanı” yılsonundan önce işletmeye alınacakmış. Pek tabii Atatürk Havalimanı’nın da yıkımına aynı günlerde başlanacaktır. Zaten İstanbul’a yeni bir havalimanı yapmanın esas amacı Atatürk Havalimanı’nı yıkıp arsasını imara açmaktı. AKP’nin iktisat anlayışını tek cümlede özetlemek gerekse “arsayı paraya dönüştürmek” denebilir. Aslında kötü inşaatlarla heder edilmiş arazi veya arsaları paraya dönüştürmek için üstündeki binaları yıkmak iktisaden yanlış değildir. İktisatçı Schumpeter “Yaratıcı yıkıcılık (creative destruction) kapitalizmin fıtratında vardır” der. Bu kavramdan esinlenerek bu kabil projelere de “yapıcı yıkıcılık” (constructive destruction) olarak bakılabilir. Ama üçüncü diye lanse edilen yeni İstanbul Havalimanı projesi hiçbir iktisadilik çuvalına sığmayacak kadar büyük bir “israf mızrağı”dır. Milletimiz bu asrın israf projesinin yükünü sonsuza kadar taşıyacaktır.

YENİ HAVALİMANI NİÇİN SADECE İSRAFTIR

Eğer İstanbul’un havalimanları ihtiyaca cevap vermez hale gelmiş ve üçüncü bir havalimanı yapmak zorunluluğu ortaya çıkmışsa yenisinin iniş-kalkış güzergâhının mevcutlarla çakışmaması gerekirdi. Zaten Tekirdağ-Çorlu Havalimanı üçüncü olarak kullanılıyordu. Çorlu tevsi edilebilirdi. Daha önemlisi; öncelik Sabiha Gökçen Havalimanı’nın ikinci pistini derhal bitirip terminal kapasitesini önce yıllık 50 sonra 100 milyon yolcuya çıkartmak olmalıydı. Aynı esnada üç pistli Atatürk Havalimanı’nın işletme verimliliği de artırılabilirdi. İktisadi havalimanı yolcuların kolay ve ucuz ulaşabildiği yerde kurulu tesis demektir. İstanbul havalimanları sadece İstanbul’un değil tüm Batı Anadolu’nun ihtiyacına cevap vermek durumundadır. Sabiha Gökçen bu bakımdan ideal konumdadır. Hızlı tren Orhangazi Köprüsü gibi iki büyük ulaşım projesi adeta Sabiha Gökçen için inşa edilmiştir denilebilir. Avrasya Tüneli ve Marmaray “Atatürk” için cuk oturmuş ulaşım sistemleridir. Sırası gelmişken bir ilave daha yapayım. Ne kadar büyük tutulursa tutulsun ulaşım sistemleri belli zamanlarda yetersiz kalır. Bu yeni havalimanı için de geçerlidir. Ama iktisadi olan da budur.

NE KADAR ZİYAN O KADAR BÜYÜME

Şimdi sıra daha ilginç bir konuya geldi. Milli gelir muhasebesine göre miyarlarca dolar değerindeki Atatürk Havalimanı’nın yıkılması milli serveti azaltacak ama milli geliri büyütecektir. Milli gelir bilindiği gibi “gayri safi” olarak hesaplanır. Buna GSMH (Gayri Safi Milli Hâsıla) denir. Yani milyarlarca dolar değerinde bir tesisin yerle bir edilip değerinin sıfıra indirilmesiyle milli gelir azalmaz. Aksine bu tesisleri yıkmak için yapılan harcamalar yatırım harcaması kabul edilir ve GSMH toplamına dâhil edilir. Bitmedi; bu yeni havalimanına gitmek ve gelmek için yapılacak şehir içi ve şehir dışı seyahat giderleri ile uçak şirketlerinin bilet fiyatlarına bindireceği havalimanı kullanım bedelleri ve vergileri de “tüketim harcamaları” içinde mütalaa edilir. Bu harcamalar da GSMH’yi büyütür. Yeni havalimanını kullanmak zorunda kalarak para ve zaman kaybına yani harcanabilir gelir azalmasına uğrayan vatandaşlar milli geliri artırmış olacaktır.

Son söz: Bilmediğin hesabı yutma.

LİNK :

MİSYONERLİK DOSYASI /// Neval KAVCAR : Bülbül Dağının Sahte Hacıları

Neval KAVCAR : Bülbül Dağının Sahte Hacıları

2006 yılında yazdığım yazıyı paylaşırken, Ramazan Bayramınızı kutluyorum.

***

Fransız bir papaz rüyasında "Hz. Meryem"in Bülbül dağında yaşamış olduğunu görüyor. İşte işin aslı astarı bu kadar. Daha sonra Bülbül dağına birkaç oda inşa ediliyor. Oluyor size kutsal bir yer.

Türkiye"nin birçok yerinde ayni anda başlayan yangın için, Orman Bakanı gayet çağdaş bir karar aldı. "Bundan böyle ormanlarda piknik yapılmaya. Kim piknik yapa, tiz boynu vurula." Türk halkına deniyor ki: "Piknik yapıldı, ormanlar yandı." Bu kadar da olur mu dedirtecek türden bir yaklaşım. İhtimaldir ki, yirmi kadar piknikçi ormanı tutuşturdu."

Ayni anda çeşitli yerlerde başlayan yangının piknikçiler ile ne ilgisi var? Ne çekiniyorsun, kimden korkuyorsun? "PKK yapmıştır" demek çok mu zor. Bu millet her gün çocuklarını teröre kurban verirken, katillerin kim olduğunu bilmiyor mu?

Ve dahası PKK’nın arkasında duran devlet ile "Stratejik Vizyon Belgesi" imzalanarak, BOP da "Amerikan copu" olmaya karar verilmedi mi?

"Kuş gribi, kene, örümcek, PKK, Orman yangını" bunlar, Emperyalist batının ya hükümeti karar vermede çabuklaştırıcı ya da halka gündem oluşturucu psikolojik harp hileleri. Bu yangınlar bize göstermiştir ki, devletin "yangın söndürmeye" mecali yoktur.

Meryem Ana evine, beş metre kala sönen yangının hikmetini sual eden birçok haberi duyunca birkaç satırda ben yazayım dedim. Bundan iki yıl önce Aydın Halk kütüphanesinde altmışlı yılların gazetelerini, bir araştırma için baştan sona taradım. Epeyce toz yuttuktan sonra, aradıklarımla birlikte günümüze ışık tutacak bilgilere de tesadüfen ulaştım. Bu haberin bir tanesi 60 lı yıllarda Amerikalıların, Güney Doğuda tarihin ilk çiftçiliğine ait araç gerece rastlamalarıydı. Sabanın atası kabul edilen bu araçlar ne hikmetse "Kürdistan" coğrafyasında rastlanmıştı. Tarih araştırmacılığı adı altında, "Kürt Projelerine" zemin aradıkları ya da yaratmaya çalıştıkları satır aralarında netlik kazanan bir haberdi.

Diğeri, "Bülbül Dağı" ile ilgili idi. Vatikan"ın resmen gelip ayin yapması ile "Kutsal yer" kabul edilmişti. Oysa "Meryem ana "evi bakın nasıl ortaya çıkmıştır?

. İncil, Hz. Meryem"in resmedilmiş hali ve bol miktarda mumla ortam, kiliseleştiriliyor. Antipatik olmasın diye Kuran-ı Kerim"de konmuştu benim gördüğümde. O yıllarda "Semavi Dinler" şarlatanlığı ve "Diyalog -Hoşgörü" misyonerliği henüz olmadığı için, Müslüman ahalinin tepkisini çekmemek için konduğu besbelli.

Oraya ziyarete gelen Hıristiyan turistler Hacı oluyor, Müslümanlar da dini ve tarihi bir yer gördüklerini sanıyor zinhar. Batı emperyalizminin uyanıklığı burada da kendini gösteriyor. Papazın rüyası ile nerede ise Bülbül dağına sahip çıktıklarına görünce, yok mu bizden de bir hoca, "Alpler ile ilgili ruhani rüya görsün" demiştim. Vatikan"ın haline bakın ki, Fransız Papazın rüyası ile gelip, Bülbül Dağında ayin yapıyor. Ortaçağ zihniyeti, engizisyon ve bilim adamlarını niçin astıklarının delilinin, mesnetsiz taassupları olduğu ortada değil mi?

Gelelim mucizeye. Yangının Meryem Ana Evine birkaç metre kala sönmesi hikâyesine:

" Meryemana Evi rahibi ve çalışanlar, alevlerin tüm çevrede etkili olduğunu, evin ve rahiplerin kaldığı binanın yanmamasının "mucize olduğunu" söylediler." ( 21 Ağustos 2006 – Hürriyet)

Bu mucize onları epey idare edecektir. Hâlbuki "Avrupa" Meryem Evimizi niye yaktınız? Demesin diye yangın söndürme ekibinin tüm seferberliği Bülbül dağına dönük olmuştur. Meryem Ana Evi kurtulsun diye, tüm ekiplerin oraya sevk edilmesi sebebi ile de nerede ise Kuşadası tümden kül olacaktı.

Rüyaların mucize ile sonlanması batıya mahsus bir düşünce olmalı. Bu nasıl mucizedir ki yangının çıkmasına mani olamıyor ama metreler kala sönmesini sağlıyor.

***

BATI BAZI NOKTALARI KAFADAN KUTSALLAŞTIRIYOR

Meryem ana Evi nedir? Diye gittiğimde devletin jandarmasının koruma yaptığı ve görevli papazların bulunduğu yer konumunda idi. Trabzon"dan papazları başlarında bir otobüs insan ziyarete gelmişti. Müslümanlarda ellerine aldıkları mumu yakmakla meşguldü.

Meryem ana Evi ile ilgili kaynaklarda bakın nasıl tanıtım yapılıyor?

"Hıristiyanlığın kutsal anası Meryem Ana’nın Evi, Bülbül Dağı üzerinde bulunmaktadır. 1891 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Hıristiyanlar tarafından "Panaya Kapulu" olarak da adlandırılan kutsal yerin MS. 4. YY" da inşa edildiği tahmin edilmektedir. Meryem Ana’nın Mezarı da Panayır Dağı’nın kuzeydoğu eteğindedir. Yıllar boyu her 15 Ağustos’da Meryem Ana Evi’nin bulunduğu Panaya Kapulu’da dinsel törenler düzenlenmiştir. 1957 yılında Papalık da burasının Meryem Ana’nın Evi olduğunu onaylamış ve Hıristiyanlık için "Hac Yeri" ilan etmiştir."

Dini ya da tarihi kaynak var mı? Hayır. Anadolu topraklarını parsellemenin başka metodu olarak karşımıza çıkmaktadır. Binlerce Hıristiyan, Hacı olmak üzere Türkiye sınırları içinde, Bülbül Dağına yönlendirilmektedir. Bir bakıma onların kutsal mekânlarını ele geçirmiş, "Barbar Türkler" olarak hafızalarına nakşolunuyoruz.

Yukarıda ki satırlara bakarak binlerce yıl önce yapılan tarihi bir yapının bulunduğunu zannetmeyin Bülbül dağında. Bina 1953 yılında yapılmış:

"Türkiye’de İzmir Panayakopu’da inşa edilen Meryemana Evi açıldı. Papa XII. Pius"un verdiği imtizayla, İzmir Selçuk Panayakapu"da inşa edilen Meryem Ana Evi törenle açıldı. Kutsal Meryem"in son günlerini yaşadığı yerlerden biri olarak kabul edilen Bülbül Dağı"ndaki Meryem Ana Evi"nde yapılan törenle Hıristiyanlar hacı oldu." (www.sodev.org.tr)

Hz. Meryem, Efes"e hiç gelmiş miydi? Hayır. Zaten onlarda diyor ki:" .yaşadığı yerlerden biri olarak kabul edilen.". Yarın önlerine belge konursa diyeceklerdir ki "biz zaten kesin bir şey dememiştik." Türkiye Cumhuriyetini idare edenler nerededir? Hz. Meryem"in, Bülbül Dağında yaşadığının delili nerede diye sormadan, bu toprakları papazlara peşkeş çekmeye bıkmadınız mı?

" Bugün dünyanın birçok yerindeki Hıristiyanlar, Hilal"in elindeki toprakları alabilmek için çeşitli rüyalar görüp, (gördürüp) Efes"teki Bülbül Dağı"nda „Meryem Ana" mezarlığı ihdas etmişlerdir. Bizzat Hıristiyanlığın ilim adamları ve tarihçileri vasıtasıyla elde etmiş olduğumuz bilgilere göre Hz. Meryem, hayatında Efes"e gelmemiştir. Benimde bulunduğum 1994 yılında Essen"deki bir toplantıda Hıristiyan din alimi bu görüşü beyan etmiştir."( http://www.dergi.havuz.de)

Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol, Meryem Ana Evi olarak tanınan yerle ilgili olarak şunu söylüyor: "Erenerol, Müslümanların Hz Meryem"e olan inançlarının Katolikler tarafından bir Hıristiyanlaştırma aracı olarak kullanıldığını ve Meryem Ana Evi"nde yapılan ayinlere Türklerin de dâhil edildiğini belirtti. Erenerol, Meryem Ana Evi"nin bulunduğu Bülbül Dağı"nın mülkiyetinin parça parça misyonerlerce ele geçirildiğine buralarda vaftiz kampları kurduklarına dikkat çekti."(12.06.2002- Yeni Mesaj-A.R.Bayzan)

Kutsal kimlikleri, örtülü işgalde kullanan Batı Emperyalizmi budur işte.

Bülbül Dağında ki yangının Meryem Ananın evine metreler kala sönmesi mucize kabul edilebilir mi?

"Anadolu"nun silahsız olarak fethini sağladığı için evet." (28 Ağustos 2006)

SİBER SAVAŞ DOSYASI : Küresel Güç Mücadelesinin Yeni Aracı Siber Savaş

Küresel Güç Mücadelesinin Yeni Aracı Siber Savaş

Siber savaş, "bir ülkenin veya örgütün internet veya bilgisayar ağları üzerinden başka bir ülkeye ait bilgisayar ağlarına sızması" olarak tanımlanıyor- İnternetin muharebe meydanı olduğu bu savaş türünde sanal ortama özgü saldırı biçimleri kullanılıyor-

Dünya gündeminde son zamanlarda sık sık yer alan "siber savaş" ve "siber saldırı" kavramları, uluslararası siyasetin ve küresel güç mücadelesinin önemli bir parçası haline geldi.

Siber savaş, güvenlik uzmanları tarafından "bir ülkenin veya örgütün internet veya bilgisayar ağları üzerinden başka bir ülkeye ait bilgisayar ağlarına sızması" olarak tanımlanıyor, bu amaca yönelik tekil eylemlere ise "siber saldırı" adı veriliyor.

İnternet ve bilgisayar ağlarının muharebe meydanı olarak kullanıldığı bu savaş türünde sanal ortama özgü saldırı biçimleri kullanılıyor.

Siber saldırılar, istihbarat toplama ve casusluk (espiyonaj), ağ sistemlerine ve ilişkili donanımlara zarar verme (sabotaj) veya propaganda ve manipülasyon (yönlendirme) amaçları için düzenlenebiliyor.

– Espiyonaj: NSA’in elektronik izleme ve casusluk programları

Siber saldırılar, öncelikle istihbarat toplama ve casusluk amacına yönelik olarak gerçekleştiriliyor. Normal koşullarda egemen ülkeler arasındaki istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetleri savaş kapsamında değerlendirilmiyor. Ancak günümüzde internet üzerinden ve başka ağ imkanlarıyla yürütülen istihbarat toplama faaliyetleri, ülkeler arasında gerginliklere sebep olabiliyor.

Amerikalı eski istihbarat çalışanı Edward Snowden’ın ifşaatlarıyla uluslararası kamuoyunun gündemine gelen, ABD’nin siber istihbarat kurumu Ulusal Güvenlik Ajansının (NSA) yürüttüğü elektronik izleme ve siber casusluk programları bu kapsamda değerlendirilebilecek faaliyetler.

Snowden’ın ifşaatları, NSA’nın, "Prism" adlı merkezi izleme programıyla Amerikan internet şirketlerinin elinde bulunan tüm özel iletişim verilerine erişebildiğini ve yabancı ülke vatandaşlarına ait tüm internet yazışmalarının mahkeme izni olmaksızın bilgi toplamak için kullanılabildiğini ortaya çıkardı.

Yine Snowden’ın açıklamaları, NSA’nın "Stateroom" adı verilen program kapsamında yurt dışındaki ABD büyükelçilikleri içinde kurduğu gizli birimlerle yabancı başkentlerde sinyal istihbaratı topladığı, söz konusu birimlerin bulundukları ülkelerin hükümet binalarını gizlice dinlediği ve kayıtlar tuttuğunu gösterdi.

Snowden’ın yayınladığı örgüt içi belgeler, Amerikan istihbaratının Almanya Başbakanı Angela Merkel’in telefonunu dinlediğini açığa çıkardı. Olay iki müttefik ülke arasında krize sebep oldu. Şansölye Merkel, NSA’nın dinleme faaliyetlerini Doğu Alman istihbarat örgütü Stasi’nin geçmişte kullandığı yöntemlere benzetti.

– Sabotaj: İran’ın nükleer programına "Stuxnet" darbesi

Günümüzde sanayi makinelerinin, uyduların, savunma sistemlerinin ve ulaştırma, haberleşme, enerji gibi milyonlarca insanın hayatını etkileyen altyapı donanımlarının bilgisayar ağları aracılığıyla işletiliyor olması, siber saldırıların etkisini sanal ortamdan fiziki dünyaya taşıyor.

Siber güvenlik uzmanları 2010’da "Stuxnet" adlı kötü amaçlı bir yazılımın dünya üzerinde binlerce fabrika bilgisayarlarına bulaştığını keşfetti. Microsoft işletim sistemlerini ve Siemens yazılımlarını kullanan fabrikalardaki makine kontrol sistemlerine bulaşan kötü amaçlı yazılım, makinelerin çalışmasını durdurarak üretimi sekteye uğratmak amacıyla tasarlanmıştı.

Her ne kadar taraflardan hiçbiri resmen kabul etmese de, kötü amaçlı yazılımın ABD ve İsrail tarafından, İran’ın nükleer programını hedef almak için üretildiği ortaya çıktı.

Fabrikalardaki montaj hatları, robot kolları ve santrifüj gibi donanımları kontrol eden aygıtlara bulaşan Stuxnet’in, İran’daki nükleer tesislerde radyoaktif madde ayrıştırmakta kullanılan santrifüjlerin kapasitelerinin üzerinde dönerek bozulmasına yol açtığı iddia edildi.

"New York Times" gazetesi, olayı "modern ekonomilerin temelini oluşturan kritik sanayi altyapısına yönelik ilk siber saldırı" diye duyurdu. Stuxnet saldırısıyla ilk kez siber saldırıların fiziksel dünyada derin etki yaratabileceği kanıtlanmış oldu. Saldırının yol açtığı tahribatın İran’ın nükleer programını en az 2 yıl geriye götürdüğü ileri sürüldü.

– Propaganda ve manipülasyon: ABD başkanlık seçiminde Rus parmağı

Siber saldırıların propaganda ve manipülasyon için kullanılması da son dönemde sıkça gündeme gelen bir konu.

Özellikle son yıllarda sosyal medya kullanımının giderek yaygınlaşması, interneti yurttaşların siyasi kanaatlerinin ve tepkilerinin şekillenmesinde önemli bir mecra haline getiriyor.

Son dönemde bazı Avrupa ülkeleri ve ABD ile Rusya arasında yaşanan tartışmalar buna örnek gösterilebilir.

Batılı ülkeler, son dönemde Moskova yönetimini seçim ve referandum gibi kritik süreçlerde kamuoyunu belirli bir yönde biçimlendirmek üzere siber casusluk imkanlarını kullanmak ve kara propaganda faaliyeti yürütmekle suçladı.

ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü (ODNI), Ocak 2017’de yaptığı değerlendirmede, Rus hükümetini 2016’nın kasım ayında yapılan ABD başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti başkan adayı Hilary Clinton’ın seçim kampanyasını baltalayarak rakibi Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın seçilmesine yardım ettiğini iddia etti.

Rus askeri istihbarat örgütü GRU’ya bağlı bilgisayar korsanlarının Demokratik Ulusal Komitesinin (DNC) ağ sunucularına sızarak Clinton’ın kampanya yöneticisi John Podesta’nın email hesabını ele geçirdiği ve içeriğini Wikileaks sitesine sızdırdığına dikkat çekildi.

Rus ajanlar ayrıca sosyal medyada açtıkları sahte hesaplarla Amerikalı sosyal medya kullanıcılarını kendi kurdukları sahte haber sitelerine yönlendirerek eski Başkan Barack Obama ve başkan adayı Clinton hakkında uydurma haberler yaydıklarına işaret edildi.

Öte yandan Rusya’nın Avrupa Birliğinden ayrılma (Brexit) referandumu sırasında İngiltere’de ve seçimlerde Fransa ve Almanya’da benzer girişimlerde bulunduğu ileri sürüldü.

Kaynak: Grafikli – Küresel Güç Mücadelesinin Yeni Aracı Siber Savaş

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI /// Paylan’ın ‘suikast listesi’ iddiasına takipsizlik : Delil elde edilemedi

ÖZEL BÜRO NOTU : UÇANDAN KAÇANDAN HABERİ OLAN MİT’İN FETÖ’NÜN HAYALET GİBİ DOLAŞAN SUİKASTÇİLERİNDEN HABERİ OLMASI İÇİN YİNE BİR RUS BÜYÜKELÇİSİNİN Mİ ÖLMESİ GEREKİYOR. BİZ ÖZEL BÜRO GRUBU OLARAK ÜZERİMİZE DÜŞEN GÖREVİ YAPTIK VE SAVCILIK BİRİMLERİNİ BU SUİKAST BİRLİKLERİ İÇİN UYARDIK. GEREKEN ÖNLEMLERİ ALMIYORLARSA KENDİLERİ BİLİR. DİLEYENLER AŞAĞIDAKİ LİNKTEN OKUYABİLİR.

İHBARIMDIR : FETÖ ÖRGÜTÜ’NÜN TETİKÇİ OLARAK KULLANMAK İSTEDİĞİ SANIK ERKUT ERSOY’UN ÖRGÜT HK. AÇIKLAMALARI ///

http://www.ozelburoistihbarat.com/Content/images/archieve/ihbarimdir-feto-orgutunun-tetikci-olarak-kullanmak-istedigi-sanik-erkut-ersoy-4e3fa39b-5512-409a-b2e6-0a5ecfe1d904.pdf

Paylan’ın ‘suikast listesi’ iddiasına takipsizlik : Delil elde edilemedi

HDP’li Garo Paylan’ın, Avrupa’daki Türkiye kökenli bazı kişilere suikast hazırlığı yapıldığı yönündeki istihbarat aldığını yönelik Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nca başlatılan soruşturmada takipsizlik kararı verildi.

Paylan, Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlilere yönelik bir ‘suikast listesi’ hazırlandığına dair bir istihbarat aldığını anlatmış, bu kişiler arasında gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, kanaat önderleri olduğunu kaydetmişti.

Alman emniyeti, Paylan’a “Tehlike durumundan haberdarız” diyerek yanıt vermişti. Paylan’ın iddiaları üzerine soruşturma açılmıştı.

Paylan savcılık ifadesinde, bazı kişilere suikast düzenleneceğine dair elinde belge olmadığını, duyumları bulunduğunu söylemişti.

Hürriyet’ten Mesut Hasan Benli’nin haberine göre, kararda şöyle denildi: “Paylan’ın bazı Avrupa ülkelerinde yaşanan olaylar neticesinde yapmış olduğu muhakemesine dayanan, şahsi kanaat ve düşüncelerini içeren soyut iddia ve beyanlar dışında delil elde edilmediği anlaşılmıştır.”

ANALİZ /// E. TUĞA. TÜRKER ERTÜRK : SİYASİ HEDEFLER FARKLI İSE BAŞARI İMKANSIZDIR !

LİNK :

Başlangıç olarak Afrin olduğu söylenen, Suriye’nin kuzeyine yönelik Zeytin Dalı Harekâtı başlayalı yaklaşık olarak 35 gün oldu. Bu süre içinde, harekât öncesinde tespit edilen askeri hedeflerin ne kadarına ulaşıldığı adeta bir muamma. Konu hakkında sağlıklı bir haber almak ülkemizde gerçekten mümkün değil. Otoriter rejimin her geçen gün kendini daha çok hissettirdiği Türkiye’de, farklı sesleri ve muhalif düşünceleri merkez akım medyada duymak da imkansız. İktidarın ağır baskısıyla medyada Savaş Propagandası uygulanıyor.

Bu ortamda sağlıklı düşünebilmek, Türkiye’nin güvenliğini ve bekasını esas alan analizler yapabilmek, yapılabilse bile kitle iletişim araçlarından halkı bilgilendirebilmek mümkün değil. Bu dönemin kriterleri; söylenenlerin iktidarın güvenliği ve bekası ile örtüşüp örtüşmediği ve iktidarın 2019 seçimlerini esas alan Savaş Propagandasını destekleyip desteklemediğidir.

Savaşı Kazandıklarını Sanıyorlardı!

Bugün iktidarın çok ağır baskısı ile oluşan ve gerçeklerin görünmesini ve algılanmasını engelleyen sis yarın kalktığında ülkemiz için felaket olacak, manzarayı umumiye çok açık olarak gözükecektir ama iş işten geçmiş olacaktır. Vatanseverlik; iktidara şakşakçılık yaparak ve şirin gözükerek kişisel çıkarlarını çoğaltmak değil, görebilen için ülkemizi felakete taşıyan bu büyük resmi yazabilmek ve anlatabilmektir.

1.Dünya Savaşı’nın (1939-1945) son günlerinde, savaşı kaybettikleri ve Ruslar Berlin’in kapısına kadar dayandıkları halde Almanlar savaşı kazandıklarını sanıyorlardı. Çünkü Hitler’in kontrolünde bulunan medya; halka nesnel doğruları değil, Savaş Propagandasının yalanlarını enjekte ediyordu. Ne yazık ki bugün Türkiye’de de olan budur!

İktidarın Gizli Gündemi Var!

Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde icra ettiği bir askeri harekâtta çıkarları, güvenliği ve bekası için sahip olması gereken siyasi hedefi; Suriye’nin toprak bütünlüğü, egemenliği ve merkezi hükümetin ülkenin tamamında kontrolü sağlıyor olması ve vekil terörist grupların temizlenmesidir. Çünkü Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye’nin toprak bütünlüğü, Suriye’nin bekası Türkiye’nin bekası demektir. Çünkü Suriye’deki yangının durdurulması, Türkiye’ye de kısmen sıçrayan yangının söndürülmesi demektir.

Türkiye’yi gayrimeşru ve gayrihukuki olarak yöneten iktidar iradesinin kafasında ise karanlık ve yoz fikirler içeren, ülkemizin güvenliği ve bekasıyla örtüşmeyen gizli bir gündem var. İktidar, ülkemizin çıkarına olmadığı halde hala Beşar Esad’a düşmanlık etmekte ve Suriye’nin kuzeyinde, yaklaşık yedi yıldır emperyalizmin bu ülkede süregelen vekâlet savaşında taşeronluk yapan radikal grupların bir kısmı ile işbirliği yapıp, egemenlik alanı yaratma ve barış masasında yer bulabilme peşindedir.

İktidar Kendisi İçin Tehlikenin Farkında

Suriye’deki savaş sonrası oluşacak barış masasında güçlü bir şekilde yer alabilmek; iktidarın bekası için hayat memat meselesi. Çünkü Suriye’de sağlanacak barışla birlikte, aynen II. Dünya Savaşı sonunda olduğu gibi “savaşa sebep olmak, insanlık ve savaş suçları” gibi iddiaları yargılamak için kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi benzeri bir mahkeme kurulacağının emareleri var. Suriye’deki vekâlet savaşının ateşine odun taşıyan ve yanlış işler yapmış olan iktidar, bu tehlikenin farkında.

“Efendim, aynı yanlış işlerin peşinde Amerika da oldu!” diyebilirsiniz. Ama biliniz ki o, Amerika! Ayrıca onların Suriye’de yapılan yanlış işleri eski yönetime (Obama) fatura etme şansı da var, zaten öyle yapıyorlar. Ya siz kime fatura edeceksiniz? Hala işbaşındalar!

Amerika’ya Karşı Yaygara Yalandan

Bakmayın siz iktidarın Amerika’ya karşı yaptığı yaygaraya! Bunlar hep halkı kandırmak için! Havuç ve sopa taktiği ile Amerika hala kontrolü elde tutuyor. En son ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un ziyaretinde yapılan pazarlığı halkın gözünden kaçırmak ve devletin arşivine sokmamak için görüşmeler kayıt altına alınmadı. Çünkü Tillerson’ın verdiği havuçların yanında yaptığı ağır şantaj duyulmamalıydı!

Şantaj yapan yalnız Amerika mı? Tabii ki hayır! Dün ortada dişe dokunur bir neden olmadan uçağını düşürdükleri, kısa bir dayılanma sürecinden sonra korkudan NATO’yu yardıma çağırdıkları Rusya’nın şimdi yanındalar ama şantajına da açıklar. Çünkü Rusya, 2016’nın ilk üç ayında Türkiye’yi yöneten iktidar iradesi için dört klasörlük suç dosyası hazırladı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sundu. Bunlar; Irak’ta IŞİD’le birlikte yürütülen petrol ticareti, Suriye’ye yönelik olarak yabancı teröristlerin sınırdan geçmesine kolaylık sağlanması, Suriye’deki teröristlere silah tedariki ile Suriye’de IŞİD’le birlikte tarihi eser kaçakçılığıydı.

Hukuksuzluğun Hukuki Alt Yapısı

İktidar bugün mecburiyetten Rusya’nın yanında gözüküyor olsa da gönlü ABD’den yana! Ama her iki tarafın da şantajına tabi durumda. İktidar bugün mecburiyetten Rusya’nın yanında gözüküyor olsa da gönlü ABD’den yana! Ama her iki tarafın da şantajına tabi durumda. Türkiye’yi yöneten irade için iktidarda kalmak, kendi bekası için yaşamsal derecede önemli! Bu yüzden iktidarı bırakmamak için her şeyi yapar ve yapıyor, aklınızın ve havsalanızın alamayacaklarını bile!

Cumhur İttifakı kapsamda teklif edilen 26 maddelik yasa tasarısı; 2019’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmak ve şansa bırakmamak için yapılması planlanan hukuksuzluğun alt yapısını oluşturmaya çalışan hukuki bir metindir.

E.Hava Albay Ercan Sedefoğlu’nun “Kartalın Başını Kopardılar-ABD ve AB Projesi Olan AKP ve Cemaat” adlı kitabını okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Sedefoğlu, 15 Temmuz Darbe Girişiminden en az 8 yıl önce “Hava Kuvvetleri elden gidiyor” ve “Ülkemizin geleceği tehlikededir” dedi ve komutanlarına anlatmaya çalıştı ama ciddiye almadılar. Çünkü bazıları FETÖ’cüydü!

Türker Ertürk

E. Amiral, Araştırmacı – Yazar

TAZİYE MESAJI : KELTEPE’DE BÖLÜCÜ ÖRGÜT PKK’YA KARŞI YAPILAN OPERASYONDA ŞEHİT OLAN MEHMETÇİĞİMİZ FUAT DEMİR’E RAHMET, TSK VE AİLESİNE SABIR DİLERİZ.

DAĞITIM

1. GENELKURMAY BAŞKANLIĞI

2. KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI

3. DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI

4. HAVA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI

5. JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

Sayın Komutanım,

Şanlı Ordumuzun (TSK) Suriye’nin Afrin bölgesinde yürüttüğü ‘Zeytin Dalı Harekatı’nda teröristlerle girdiği çatışmada yaralanan Muğla Dalamanlı uzman çavuş Fuat Demir, tedavi gördüğü GATA’da Şehit düştü.

Bizleri derin bir acı ve üzüntüye boğan bu saldırılarda şu ana kadar hayatını kaybeden tüm aziz Şehitlerimize ve kahraman Mehmetçiğimiz Fuat Demir’e Allah´tan rahmet, tüm Şehitlerimizin kederli ailelerine, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Yüce Türk milletine başsağlığı ve sabır; yaralanan kahraman Mehmetçiklerimize acil şifalar dileriz.

Allah Şanlı Ordumuza muvaffakiyet ve zafer nasip etsin.

ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU

www.ozelburoistihbarat.com

IŞİD ÖRGÜTÜ DOSYASI /// Tarihçi Savaş Eğilmez : DEAŞ’A 100 ÜLKEDEN 40 bin TERÖRİST KATILDI, 30 BİNİ ÖLDÜ 10 BİNİ MEÇHUL

Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez : DEAŞ’A 100 ÜLKEDEN 40 bin TERÖRİST KATILDI, 30 BİNİ ÖLDÜ 10 BİNİ MEÇHUL

Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez, Batı ile PKK arasındaki kirli pazarlığa dikkat çekerek, “Batılı istihbarat kaynaklarına hazırladıkları raporlara göre 100 den fazla ülkeden yaklaşık 40 bin kişi, DEAŞ terör örgütüne katılmak için Orta Doğu’ya geldi.

Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez, Batı ile PKK arasındaki kirli pazarlığa dikkat çekerek, "Batılı istihbarat kaynaklarına hazırladıkları raporlara göre 100 den fazla ülkeden yaklaşık 40 bin kişi, DEAŞ terör örgütüne katılmak için Orta Doğu’ya geldi. Bunların yaklaşık 30 bini çatışmalarda öldü. Geriye kalanlar ise şimdi Batılı devletler ve PYD/PKK terör örgütü arasında uyuşturucu ve silahın yanısıra önemli bir pazarlık unsuru olarak birinci sırada yer alıyor" dedi.

Batı ile terör örgütü arasında batılı DEAŞ üyelerinin bölgeden çıkmaması için ahlaksız pazarlıklar ve anlaşmalar yapıldığını ifade eden Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez, "Orta Doğu’da hızla tükenen DEAŞ terör örgütünün binlerce batılı militanı akın akın Avrupa’ya şimdilik az da olsa Amerika’ya yani evlerine geri dönmeye başladı. Başka bir değişle Batının, Müslüman coğrafyalarını kaosa sürüklemesi için besleyip büyütüp gönderdiği teröristler şimdi Avrupa kıtasına ve Amerika’ya geri dönüyor" diye konuştu.

2 binden fazla DEAŞ’lının Avrupa’ya geri döndüğünü kaydeden Eğilmez, şöyle konuştu:

"Geçtiğimiz ayda devlet kurumları ve sivil toplum örgütlerinin yayınladığı verilere göre 2 binden fazla DEAŞ terör örgütünün Avrupalı militanları başta İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere kıtanın muhtelif ülkelerindeki evlerine geri döndü. Bununla beraber en az 10 teröristin de bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri‘ne girmeyi başardığı biliniyor ki bu rakam sadece Washington hükümetinin tespiti. Buna bilinmeyenlerde eklendiğinde yukarıda belirttiğimiz rakam fazlasıyla artacaktır.

Her geçen gün Suriye’de ve Irak’ta daha çok mevzi kaybeden DEAŞ’ın Batılı teröristleri, eve dönmek için çok daha kalabalık, çok daha hevesli ve kararlı davranacaktır.

Bugünlerde batılı yetkililerin üzerinde kara kara düşündükleri en önemli konu eve dönen teröristlerini nasıl kontrol edecekleri. Üstelik Avrupa ve ABD’deki son terör saldırıları, herhangi bir terör eylemi için silaha ve bombaya gerek olmadığı, sıradan bir arabayla ya da kesici bir aletle de ölümcül terör saldırıları organize edilebileciğini ve mevcut toplumun sosyal hayatının derinden sarsılabileceğini göstermiş oldu. Çünkü batı dünyası da çok iyi biliyor ki, batılı ülkelerin geri dönen ve dönecek teröristlerinin önemli bir kısmı, yaptıklarından pişman olmayan, döndükleri evlerinde bir süre yanlız kurt olarak yaşayıp, sonra eylem durumuna geçmeyi planlayarak gelenler."

Avrupa’nın her DEAŞ’lı için PYD/PKK’ya para ödeyip silah verdiğini belirten Savaş Eğilmez, "Şimdi batı PYD/PKK terör örgütüne, bu batılı DEAŞ’lı teröristlerin bölgeden ayrılmaması karşılığında silah, para ve meşrutiyet vaad ediyor. DEAŞ’lıların bir kısmı hapisten kurtulma karşılığında PYD çatısı altında Türkiye’ye karşı eylem yapmaya teşvik ediliyor. Bir kısmı sözde mahkemelerde yargılanıp, ömür boyu hapis cezasına çarptırılıp kilit altına alınıyor. ve bu yapılan yargılama batılı ülkeler tarafından meşru kabul ediliyor. Hiç ıslah edilemeyenler ise infaz ediliyor.

Bu adi pazarlık içerisinde, ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere başta olmak üzere batılı ülkeler, PYD/PKK’ya silahaltına alınanların, hapse tıkılanların ve infaz edilenlerin her biri için ayrı ayrı para ödüyor, silah yardımı yapıyor ve kendi ülkelerinde PYD/PKK’ya alan açıyor.

PYD/PKK ile DEAŞ’ı Türkiye’ye karşı birleştirdiler. Orta Doğu’da kendi çıkarları için DEAŞ’ı besleyip büyüten Batı Dünyası, binlerce kişiyi öldürtüp, milyonları işlerinden, aşlarından ve evlerinden edip mülteci durumuna soktu. Fakat büyüyüp güçlenmesine zemin hazırladığı terörün, kendi vatandaşları eliyle, kendi ülkelerine geri döneceğini hesaplayamadı. Şimdi bunun önüne geçmek için her türlü ahlaksızlığı deniyor.

Küresel güçler bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor. Hem terörü kendi topraklarından uzak tutmaya çalışıyor hem de bölgedeki en büyük rakipleri Türkiye’yi zora sokmaya çalışıyorlar." şeklinde konuştu.